Cumartesi, Nisan 15, 2006

BARIŞ !

Çarşamba, Nisan 12, 2006

Çalışan vatandaşın güncesi-2

Bu "iş"te yalnızlık var..
Israrla tek başına olmanı istiyorlar. Yalnızlıkla başetmen gerekiyor.(ama umurlarında da değil başedemezsen). Çünkü beraber olsak, biliyorlar böyle paşa paşa gelmeyeceğimizi...
Bugün yemek yiyoduk, bi baktım masadaki herkes bir ay içinde evlenme planları yapıyor.. bi tek ben varmışım yalnız, plansız.. Gökhan "sen de yavaştan evlenmeyi düşün" dedi.. Oldu! "Arkadaşlar! bir saniye yemeğe ara verin de beni dinleyin: evlenmek isteyip de eş bulamayan varsa ben boşum! işe başladım ya, o yüzden...sonuçta siz de benim gibi işe yeni başladıysanız, neden olmasın? Onur Berk.. yaşam dostunuz! hehehe!
Bu bana öyle söyleyince ben de onu onun silahıyla vurdum:"olm sen önce bi askerliğini yap!" daha askere gitmeden gelmiş işe başlamış, utanmadan bi de evlenecem diyo.. herşeyin bi sırası var ama di mi?

Off..Önceden hiç bu kadar ciddi sinir olmazdım bu işlere.

Cumartesi, Nisan 08, 2006

Çalışan vatandaşın güncesi-1

Tarih: (resmi kayıtlar dilinde) SekizNisanİkibinaltı ve saat: on dört on sekiz..
Çocukluğun en güzel yorgunluk ertesinde, "cumartesi"nde, koca bir ofiste tek başıma kırmızı kocaman bir dosyayı kurcalıyorum.
Niye?.. Üretmek?.. Zaman geçirmek? Para kazanmak?.. (biraz önce çalışanlardan biri koşarak önümden geçti ve "kolay gelsin" dedi.. Niye? illa zor mu olması gerekiyor yaptığım şey? Niye!)
Buraya gelince kendimi biraz çaresiz hissediyorum.. Bu "çalışmak" denen döngüsel eylemin, her an güçlü bir yaşam öğütücüsüne dönüşebilecek olmasından korkuyorum. Kendi yaşamımı şimdiden çevrenin takdir edici alkışları arasında farketmeden bu öğütücüye doğru sürüklüyor olmamdan şüpheleniyorum. Günün sadece belirli bir kısmında çalışıp gerisinde "yaşama" planlarım, bu işten paçayı cok kolay sıyıramayacağımı gördükçe içimi sızlatmaya başlıyor. O hayallere bakamayacağım bir günün gelmesi endişesi, çaresizlik korkusuyla birleşince karşımda koca bir istinat duvarı gibi dikiliyor. (O da böyle işte; sırtın dönük, tüm yaşamınla dayandığın şeyler, bir bakıyorsun aniden önünde hantal bir duvara dönüşmüş). Aşmak istiyosun fakat olmuyor. Çünkü bazen koşup atlamayı bile denemekten çekiniyorsun. Sanki denemeye, bir an koşmaya başlasan, duvarın da geriye doğru gideceği, bu şekilde bir ömür geçeceği, bunun sonunda (ki bir son da yoktur) artık duvarınla alışık yaşamaya başlayacağın geliyor aklına. ( İyi işte. O saatten sonra zaten iki sevgili gibi sarılırız birbirimize. Duvar ve ben..romantizmin ötesinde..) Görmemezlikten mi gelmeli diyosun, yoksa tam ortasına delik açıp, içerden fıymalı mı, dibine dinamit koyup patlatmalı mı, diyosun. Bu enerjiye iyice kaptırınca kendini bir anda Bugs Bunny olarak görüyosun. Koşma, zıplama, yaratma kapasiten tavana vuruyor. Fakat ne yazıktır ki bazen bu alemde de kurtuluş olmayabiliyor. Başbaşayken bize kahramanlık türküleri çığıran, fakat Varyemez amcanın altınlarını görünce bütün yelkenleri suya indiren, ezik bir Donald Duck ortaya çıkıyor ve üstüne vazifeymiş gibi alt üst olmuş dengeleri yeniden kuruyor. Bu fotoğraftan sadece "an"lar sonra: "Kendine gel dostum" diyor bir ses.. (dostun). Burası gerçek dünya.. (sağol, iyi ki hatırlattın(!) "Ulan" diyosun..demek ki Donald'ın dostu, benim de dostummuş..hay ben böyle şansın!..)
Saat ondört ellibeş..hala çaresizlik hissediyorum. Hala bir demokraside yaşadığımı (çarelerin tükenmediğini), hala kaybetmiş bişeyimin olmadığını ama göz göre göre de kaybetmeye yaklaşabileceğimi hissettikçe, artan tedirginliğime bir emzik bulmak yerine,
herşeye biraz ara vermek istiyorum.. alışılmış düzenlerden sıyrılmak, herhangi bir konuda benim yerime karar verildiğinde, "bi dakka! düşüneyim önce.."artisliğini yapmayı arzuluyorum.
Bi de buradan çıkınca Kadıköy'e gitmek istiyorum.
Vapurlar değişiyomuş, bugün gazetede okudum.. Alt balkonda Antoine'in "beedies"lerinden içmek istiyorum.
Bi dakka lan,
İstemiyorum..........